Çabuk büyümek otoriteyi ve sistemi erken algılamak zorunda olan bir kuşaktan bahsediyordum. Ayrıca bitirmesi gereken birçok işi olan bir kuşak.
Kuşakları anlatırken aklıma gelmişti bu kavram zihnime. X kuşağını anlatırken özellikle kendini bulmuştu bu kavram.
Çabuk büyümek otoriteyi ve sistemi erken algılamak zorunda olan bir kuşaktan bahsediyordum. Ayrıca bitirmesi gereken birçok işi olan bir kuşak. Güçlü olmak zorunda olan bir kuşak. Böyle olunca tabii olarak ben olma beni bulma ve keşfetme konusunda zamanı olmayan- kalmayan bir kuşak. Bir an önce sistemin arzu ettiği disipline ve statüye ulaşmak motivasyonu ile karşı karşıya kalan bir kuşak.
Bu kuşak bunun bedelini 35 li 50 li yaşlar arası geç kalınmış ergenlik le ödedi maalesef. Hani bazı hastalıklar vardır ya suçiçeği kızamık gibi sağlığında eğer bu hastalıkları geçirmezsen öldüğünde mutlaka geçirirsin gibi bir Anadolu inancı vardır eskilerde. Aynı bunun gibi zamanında Yaşanmayan ergenlik maalesef 35li 50 li yaşlarda yaşandı. Çünkü kimliğimiz ve kişiliğimiz özünden kaynaklı eninde sonunda ben olmak zorundaydı. Tabiat bunu gerektiriyordu. Ancak bu durumda iş vardı eş vardı çocuk vardı sorumluluklar vardı bir takım toplumsal normlar vardı ama bir de ilgiye muhtaç bir BEN.
Bu paradoks karşısında X kuşağı bireyleri ya uçta kararlar alıp doyasıya ben yolculuğunu yaşayacaklardı ama zamansız ama zamansız. Ya da psikosomatik ağrıların eşlik ettiği olgunluk diye de adlandırılan kabulü yaşayacaklardı biraz amansız. Her ikisi de iki ucu keskin bıçak. Bunlar yaşandı.
Sanıyorduk ki bitti artık birçok insan zamanında BEN le olan yolculuğunu belli bir seviyeye getirdi. Bunları düşünürken tam da bu olayın başka bir versiyonu göründü ufukta çokta yakın da aslında. Evimizde sınıfımızda sokağımızda markette önümüzde minibüste arkamızda…
Şöyle ki
Yine günümüze bir projektör tuttuğumuzda kendini yani BEN i tanımayan tanıyamayan bir nesil oluştu. Bu sefer senaryo biraz daha farklıydı. Otorite zayıflamış veya şekil değiştirmişti. Artık sosyal medya denen gizli bir otorite ortaya çıkmıştı. O kadar hızlı o kadar seçenekli ve bir o kadar manipülatif ki durdurulamaz oluyordu maalesef. Kişi yavaş yavaş uyandığında kendine bilinçli olarak bulmaya çalıştığında benliğini bir anda karşısına kurgulanmış hesaplanmış senaryolar beliriveriyordu. Bu kadar seçenek bu kadar kabul bu kadar idol influencer ikon dururken düşünmek çok gereksiz bir eylemdi bunlardan birini seç ve kabul gör.
Öykün, benze, taklit et ve kabul gör. İhtiyaç olan zaten bu değil miydi kabul görmek bu kadar yaşanacak duygu, olay, ihtimal, keyif varken durup ben kimim bunları nasıl değerlendirmeliyim farkım ne… gibi felsefik sorular yerine kolay olanı seçmek ve zaten kabul gören bir kimliğe bürünmek en işe yarayanı oldu maalesef. Bir baktık ki zaman içinde seçimler bizi tatmin etmiyor sandık ki -burada sanan biz büyükler- kendimize döneceğiz hayır hayır yine kolay olan oldu. Bu durumda başka bir kimliği bürünmek gerekti yani yeni kabuller yeni idoller yeni ikonlar. Ancak bu değişimler arttıkça kabul görmenin yanında eleştirme de gelmeye başladı . Fakat senaryoda bu yoktu hep kabul vardı. Hep taktir vardı. Bizi bu zamana kadar sadece gereksiz otorite olarak gördüğümüz anne babalarımız ve büyüklerimiz eleştirmişti. Onlarda zaten bizi tam olarak anlamıyor ve değerlendiremiyordu.
Ancak eleştiri veya zorbalık kendi akranlarından başlayınca işler karıştı ve o eşsiz soru ile karşı karşıya kalındı. Biraz yıpranmış fazla denenmiş yaşanmış bir süreçle birlikte karşımızda beliriverdi. BEN KİMİM hangi tercihim eylemim bana ait. Ve işte bu sorular tam da kariyerimin başında karar verme sürecinin ortasında bir çok aktif yaşantının içinde karşıma çıktı.. Ancak her şeye rağmen cevaplanması gerekiyordu. Bu kadar yaşanmış ait olup olunmadığı belli olmayan KİRALIK KİŞİLİKLER içinde EV SAHİBİ kişiliğim hangisiydi.
Bir sonraki yazımız kiralık kişilikler içinde benliğimizi ve kişiliğimizi sorgulama olsun.
03 Ekim 2024
Eyüp Bilgin
Uzman Pedagog