İlkokul 4. sınıfta idim. Öğretmenimiz her derste 10 – 15 dakikasını Atatürk’e ayırırdı. Güzel de anlatırdı, o yaşlarda bu anlatımlardan hem zevk alır hem de heyecanlanırdık.
Hiç unutmuyorum, takvim 5 Aralık 1964’ü gösteriyordu. Öğretmenimiz o gün dersin tamamını “Türk Kadınına Seçme – Seçilme Hakkının Verilmesi”ne ayırmıştı… Kısaca Büyük Atatürk’ün dört duvar arasına sıkıştırılmış kadını önce sosyal hayata kazandırdığını, ardından da siyaset sahnesinde seçme – seçilme hakkını vererek erkekle her alanda eşit hale getirdiğinden bahsediyordu.
Özellikle, bu hakkın hâlâ(1964) bir çok Avrupa ülkesinde olmadığını da öğrenince, gururlanıyor ve Gazi Paşa’yı daha çok takdir ediyorduk!
Tabi, bu duygular ilkokul çağımızın duygularıydı. Lise, üniversite ve nihayetinde akademik hayat sürecine geçince, okuyunca, araştırınca gerçeğin böyle olmadığını gördük!..
Evet, doğruydu… Tarih boyunca dinî ve örfî anlayışımız kadının sosyal hayat içindeki alanını daraltmıştı. Kaba bir ifade de olsa, kadın dört duvar arasında yaşamını çocukları büyütmek ve evi çekip – çevirmekle geçiriyordu.
Kadını sosyal hayatın içinde ancak Tanzimat’tan sonra görüyoruz. Batılılaşma sürecinde kademe kademe kadın daha çok sosyal hayatın içinde roller üstlenmeye başladı.
II. Meşrutiyet, I. Dünya Savaşı ve Milli Mücadele sürecinde sosyal hayatın her alanında görülmeye ve önemli görevler üstlenmeye başladı. Nihayet, Cumhuriyet’in ilanından hemen sonra, 1924’te “Türk Kadınlar Birliği” ismi altında kurumsal yapısına kavuştu.
Bu kurumsal yapının temel amacı ve hedefi, tarih boyunca dört duvarın arasına sıkıştırılmış, eğitimden mahrum kalmış “Türk Kadını”nı Batılı anlamda sosyal hayatın her safhasında, her alanında erkeğinin yanında görmekti… Nitekim kadınlarımız 5 Aralık 1934’te seçme – seçilme hakkına kavuşunca, hiç vakit geçirmeden iki gün sonra yani 7 Aralık’ta bu sevinçlerini İstanbul’da bir mitingle hem kutladılar hem de tüm Türkiye’ye ve hatta tüm dünyaya duyurdular!..
Öncelikli hedef, bu kurumsal yapıyı bir an önce tüm Anadolu coğrafyasında inşa etmekti…
Bu heyecanla kolları sıvadılar ama nereden bileceklerdi bir yıl sonra bu kamusal yapıyı feshetmek mecburiyetinde kalacaklarını, kapıya kendi elleriyle kilit vuracaklarını!..
Neden, niçin feshettiler?.. Seçme – seçilme haklarıyla ilgisini haftaya anlatacağım…