Siz hiç savaşların neden çıktığını düşündünüz mü? Ben çok düşündüm. Allah biliyor yıllardır kafamda durmadan dönen bu soruya verdiğim cevaplar hep farklı. Neden mi? Çünkü parametreleri çok fazla ve bu parametreler çok değişken. Geçen akşam, gecenin tatlı serinliğini getiren aylak bir rüzgâr masamın üzerinde duran dağınık sayfaları sinsi bir tatlılıkla yavaş yavaş havalandırıyor. Aklımda yarım yamalak kalmış bir cümle ne kadarının doğru hatırlamıyorum fakat anlamı şu; “Savaş, barışın sorumluluğunu kaldıramayacaklar için geçerlidir.” 

****
Karadeniz’in kuzeyinde yüz küsur gün önce başlamış bir savaş devam etmekte. Rusya her gün batıdaki Ukrayna’yı vuruyor. Eğer bu konuda Uluslararası İlişkiler normlarına dayalı bir analiz bekliyorsanız, şimdiden söylemeliyim ki bu beklentiniz gerçekleşmeyecek. Bugünkü yazım daha çok savaş ahlakı üzerine.

Ne dersiniz, başlayalım mı?

****
Bazıları “savaş ahlakı” fikrini reddeder. Bunlardan bazıları, silahlar bir kez ateşlendiğinde ahlakın geçerli olduğunu reddediyor; diğerleri için, hiçbir makul ahlaki teori savaşın istisnai dehşetlerine izin veremez. İlk gruba bazen realistler denir. İkinci grup pasifistler. Ramsey 1961 yılında kaleme aldığı makalesinde “Adil savaş teorisinin görevi, aralarında bir orta yol aramaktır: en azından bazı savaşları haklı çıkarmak, ama aynı zamanda onları sınırlamaktır” diyor. Gerçekçiliğin kuşkusuz yandaşları olsa da çok az düşünür onu bu konuda ikna edici bulmaktadır. Adil savaş teorisine gerçek meydan okuma pasifizmden geliyor ve en başından beri, bu zorluğun gerçek olduğunu hatırlamalıyız. Adil savaş pekâlâ bir sorunlar silsilesi olabilir. Neden mi? Çünkü bu konuda da çok fazla bölünmeler mevcut. 

****
Ancak, bu “savaş ahlakı” gerçekçilik ve pasifizm arasındaki orta yolu araştırıyor. Bu tartışmayı destekleyen metodolojik bölünmeleri tabii ki mevcut hepsinin üzerinde durmamız biraz zor. Çağdaş adil savaş teorisindeki temel esaslı ayrımın ana hatlarını çizmek gerçekten de önemli bir noktayı oluşturmaktadır. Daha sonra, bir bütün olarak savaşların ve savaş içindeki bireysel eylemlerin ahlaki değerlendirmesini tartışılır hale getirebiliriz. Bu durum da geleneksel olarak, biraz yanıltıcı olsa da sırasıyla jus ad bellum ve jus in bello olarak adlandırılır.

****
Savaş felsefesindeki belki de en büyük ve en etkili eser, Carl von Clausewitz'in Savaş Üzerine adlı eseridir. Strateji üzerine gözlemleri, insan doğası ve savaşın amacı hakkındaki sorularla birleştirir. Clausewitz özellikle savaşın teleolojisini inceler: savaşın kendi dışında bir amaç için bir araç olup olmadığı veya kendi içinde bir amaç olup olmadığı. İkincisinin böyle olamayacağı ve savaşın "farklı araçlarla siyaset" olduğu sonucuna varır; yani bu savaş sadece kendi iyiliği için var olmamalıdır. Devlet için bir amaca hizmet etmelidir. 

****
Leo Tolstoy'un Savaş ve Barış adlı romanı, savaş felsefesi üzerine sık sık felsefi tartışmalar (ve Hıristiyanlıktan ve Tolstoy'un Napolyon Savaşları hakkındaki gözlemlerinden türetilen daha geniş metafizik spekülasyonlar) içerir. Daha sonraki savaş düşüncesinde etkili olmuştur. Tolstoy'un Hıristiyan merkezli savaş felsefesi (özellikle "Bir Hindu'ya Mektup" ve "Tanrı'nın Krallığı İçinizdedir" adlı makaleleri), Gandhi'nin Hinduizm merkezli şiddet içermeyen direniş felsefesi üzerinde doğrudan bir etkiydi.

****
Sun Tzu'nun Savaş Sanatı, felsefe yerine çoğunlukla silahlara ve stratejiye odaklanırken, gözlemleri genellikle savaşın kendisinin çok ötesine uzanan durumlarda uygulanan bir felsefeye genişletilir. Niccolò Machiavelli'nin başyapıtı Prens'in bazı bölümleri ve Savaş Sanatı başlıklı kendi çalışmasının bölümleri, savaşla ilgili bazı felsefi noktaları tartışıyor olabilir, ancak her iki kitabın da savaş felsefesi üzerine bir çalışma olduğu söylenemez.
Hint Hindu destanı Mahabharata, bir "adil savaş" (dharma-yuddha veya "doğru savaş") hakkında ilk yazılı tartışmaları bizlere aktarmaktadır. Bu destan içinde beş yönetici kardeşten biri (Pandavas), savaşın neden olduğu acının haklı olup olmayacağını soruyor. Daha sonra kardeşler arasında uzun bir tartışma başlıyor, orantılılık (savaş arabaları süvarilere saldıramaz, sadece diğer savaş arabalarına saldırabilir; zor durumdaki insanlara saldırmak yok; tehlikedeki insanlara saldırmak yok), sadece araçlar (zehirli veya dikenli oklar yok), haklı sebep (öfkeden saldırmak yok), ve tutsaklara ve yaralılara adil muamele edilmelidir. Adil savaş felsefesi, savaşın hangi yönlerinin ahlaki olarak kabul edilebilir ilkelere göre haklı gösterilebilir olduğunu teorileştirir. Adil savaş teorisi, savaşa gitmeye kararlı olanlar tarafından izlenecek dört temel kritere dayanmaktadır. Dört ilke şu şekildedir: adil otorite, adil sebep, doğru niyet ve savaş son çare olarak bırakılmalıdır. 

****
Savaş kimin haklı olduğuna bakmadan can alacaktır. Savaş’ın ahlakını ya da haklılığını ilerleyen yazılarımda da ele alacağım fakat bilinmelidir ki savaşın tek gerçeği insanların ölmesi ve nefretin büyümesidir. 

****

07 Haziran 2022
Dr. Yunus Angıner