İçinde yaşadığımız çağda artarak devam eden bir “ŞİDDET” olgusu ile karşı karşıyayız. Televizyonu her açtığımızda, gazetelere her göz gezdirdiğimizde mutlaka şiddet haberleri ile yüz yüze geliyoruz. Savaşlar, kavgalar, cinayetler, tacizler, tecavüzler.
İster istemez sorguluyoruz. “ Dünya nereye gidiyor” , “ Çocuklarımıza nasıl bir dünya bırakıyoruz” “ Ne kadar güven içindeyiz “…..
O her yerde. Evlerde, sokaklarda, okullarda…. Kendimizi en çok güvende hissetmek istediğimiz mekânlarda.
Ondan herkes nasibini alıyor acı bir şekilde. Çocuklar, kadınlar, yaşlılar, engelli bireyler, hayvanlar hatta doğa bile.
ŞİDDET güçlü olanın, güçsüz olana uyguladığı, fiziksel. psikolojik ve ekonomik boyutlarda zarar veren, örseleyen, travma yaratan her tür davranışı içerir.
Dünyanın çektiği ıstırabın ve yaşanan şiddetin arkasındaki temel duygu ise ÖFKE dir.
İlişkilerimizde yaşanan her tür şiddetin, toplumda yaşanan şiddet eylemlerinin hatta dünyadaki savaşların ardında ÖFKE vardır. Öfke bir şiddet biçimidir.
Öfke insan doğamızın yaradılıştan gelen bir yanıdır. Diğer bütün duygular gibi ( sevgi, şefkat, neşe, huzur, mutluluk ) normal ve olması gereken bir duygudur. Ancak öfkeyi tehlikeli kılan onu ifade ediş tarzımızdır.
Gün içerisinde bizi öfkelendiren pek çok durumla karşılaşırız. Sıkışan trafik, hayal kırıklıkları, haksızlığa uğramak, anlaşılmamak, kıskançlık, gürültü, ekonomik koşullar, işlerin istediğimiz gibi gitmemesi…… Bir dolu neden yazabiliriz aslında .
Ancak hepimiz öfke duygusunu deneyimlesek de bazen aynı durumlara farklı tepkiler veririz. Kimi bir durum karşısında sakinliğini koruyabilirken bir diğeri öfke patlamaları yaşar. İşte burada devreye giren faktör çocukluğumuzdan beri sahip olduğumuz öğrenme deneyimleridir. Peki, kimlerden öğreniriz bunu? Bizi büyüten ebeveynlerimizden. Yapılan araştırmalar şiddet ortamında büyüyen çocukların şiddet uygulamaya daha eğilimli olduklarını kanıtlamıştır.
Oysa öfkemizden ve onu ifade ediş tarzımızdan biz sorumluyuz. Bu nedenle öncelikli yapmamız gereken farkındalığımızı arttırmak .
İlk adım tetikleyicilerinizi bulun. Yani öfkenizin altındaki temel duyguyu. Değersizlik mi, incinme mi, kendini güçsüz hissetme mi, utanç mı, korku mu?
İkinci adım, far kedin. Öfkelendiğinizde kime benziyorsunuz. Annenize mi? Babanıza mı ? Kimi model aldınız. Öyle olmak zorunda mısınız? Ya da öfkeyi ifade etmenin doğru yolu geçmişte öğrendikleriniz mi?
Üçüncü adım; yaşadığınız olaya yüklediğiniz anlamı sorgulayın? Negatif anlamları pozitife çevirmeyi deneyin.
Dördüncü adım; Öfkelenmenize yol açan durumun sizde yarattığı duyguyu adlandırın. Bu temel duygu çocukluk yaşantılarımızdan gelen öğrenmeler, travmalar ve yaşanmışlıklar sonucu oluşmuştur.
Beşinci adım; Tetikleyicilerden imkânınız oranında kaçınmaya çalışın.
Hepimiz şikâyetçiyiz artan şiddet olaylarından. Hepimiz bir çözüm istiyoruz. Hepimiz evlerimizde, mahallemizde, çarşıda , sokakta güven içerisinde olmak, çocuklarımızı güven dolu bir ortamda sağlıklı bireyler olarak büyütmek istiyoruz.
Ancak bu güven ortamını yaratmanın bireysel sorumluluğunu da üstlenmemiz gerekiyor. Bu bizim kendimize, çocuklarımıza ve ülkemize olan vicdan borcumuzdur.
Bunun için önce tek tek bireyler olarak üstümüze düşeni yapmak öfkemizi doğru yönetmek zorundayız. Yanlışı önce kendimizde düzeltirsek bu otomatik olarak içinde yaşadığımız toplumu da daha güvenli hale getirir.
Öfke ve öfke yönetimi ile ilgili pek çok kaynak ve kitap mevcut.
İnternette “ öfke yönetimi “ diye arama motoruna yazdığınızda pek çok yöntem ve uygulama bulabilirsiniz.
Uzmanlardan destek alma ta bir diğer çözüm yolu olabilir.
Yaşam alanlarımızı cennete de, cehenneme de çevirmek bizim elimizde.
14 Eylül 2023
Nebahat Gülsün