Kadere inan ki, elli yıl boyunca iyi kötü yaşadıklarına, gördüklerine, duyduklarına, hissettiklerine ve olaylara öfkelenme.
Evet Hoca, tekrar merhaba!
Ömürle ilgili bir kaç cümle konuştuk seninle. Konuşmaya da devam edeceğiz gibi görünüyor. Neylersin, bunca yıl yaşadın. Bunca yıl içerisinde iyi kötü günlerin, ayların, yılların oldu. Hatta iyi kötü an’ların oldu. Allah nasip ederse olmaya da devam edecek.
Geçen günler için yapacak bir şey yok. Daha önce de bahsettiğim gibi, geçen günlerin muhasebesini yapıp/sorgulayıp ders çıkararak şimdiyi ve gelecek günleri anlamlı kılmaya bakmak lazım, değil mi?
Ne demiş sevgili Hallac;
“Ne yapabilir ki çaresiz insan,
Kaderin hükmünde geçen her günü.
Nehre salıverdi onu yaratan,
İki eli ardından düğümlü,
Dedi, “Dikkat et de kuru çık sudan!”
Şimdiyi, yaşadığın, nefes aldığın her an’ı anlamlı kılmak ve sudan kuru çıkmak lazım, değil mi?
“Tabi ki!” dediğini duyar gibiyim!
Ne o, artık kızmıyor, oflayıp püflemiyorsun? Yoksa elli yaşını geçtiğini hatırlatmam ağır mı geldi? Ya da boyun mu eğdin içindeki bana, yani içindeki sana?
Eğer öyleyse çok çabuk pes ettin be Hoca! Ben senin için, biraz daha zorlarsın beni diye düşünmüştüm. Ama biliyor musun, iyi ki pes ettin. Artık seninle daha rahat konuşabilirim. Tamam, rahatla biraz. Al eline kahveni, yaslan arkana. Ama lütfen Türk kahvesi olsun. Ne anlar insanlar şu yapay, lastik gibi sünen ve garip kokan hazır kahvelerden bir türlü anlayamadım gitti. Sen en iyisi mi Türk kahvesinden asla vazgeçme. Hazır kırk yıllık bir hatır da mevzubahis iken, ciddiye almak lazım bu kahve işini. Haydi bakalım, ne zaman patlayacağı belli olmayan bomba gibi durma karşımda. Al kahveni eline derin bir nefes al. Çok derin nefes al. Söyleyeceklerim nefesini kesebilir.
Önce kadere inan! Zira ‘kadere inanan kederden emin olur.’
Kadere inan ki, elli yıl boyunca iyi kötü yaşadıklarına, gördüklerine, duyduklarına, hissettiklerine ve olaylara öfkelenme. Hayatını geçmişin karanlıklarında, iyi ya da kötü anılarında değil, bugünün huzur, yarının umut dolu beklentilerinde yaşa. Zira onlar (olaylar) hiç bir şeyi umursamazlar. Sen, yalnızca başına gelenleri ve kaderinde senin için yazılanları sev/kabullen. Senin için bundan daha uygun, daha doğru bir şey olamaz. Olgunlaşabilmek için hüznü, sıkıntıyı, kederi hayatın bir parçası olarak yaşamasını öğrenmek gerek. İnsan yaşadıkları ile değil, bu yaşama yaptıkları insancıl katkıları ile yaşadıklarından aldığı ibret ve derslerle olgunlaşır.
Yaşama sanatı nasıldır bilir misin?
Yaşama sanatı, bir dansçınınkinden çok bir güreşçinin sanatına benzer. Öyle hayatı har vurup harman savurmak yok. Hızlı yaşayacağım diye rezil olup, olur olmadık yerde, pespaye bir şekilde ölmek de yok. Güreşçi gibi bakmalı hayata. Savunmaya dikkat etmeli. Öngörülemeyen saldırılar karşısında bile sapasağlam durmalı, hemen devrilmemeli.
Ee, ne yapalım çalışma hayatından çekilip emekli olacaksan? Evde hayat nasıl, evde geçirilen an’lar nasıl kazançlı hale getirilir, hem dünya hem ahiret hayatı adına neler yapılabilir sen ona bak!
Sana önemli bir tespitte bulunayım;
Bu saatten sonra ne ile ne zaman, nasıl ve neden karşılaşacağın (4N/1K) belli olmaz. Belki hastalık, belki dert, sıkıntı gelip girecek pencereden hayatına. Belki de hiç ummadığın kadar güzel an’lar, saatler, günler, aylar, yıllar girecek pencerenin açık kalan camından.
Kader, manevi yolculuklarında yavaş gidenleri kimi zaman dertler, hastalıklar aracılığıyla hızlandırır. Kimi zaman da hiç beklemediği şekerlemeler, tatlılar, baklavalarla koşturur.
Ne sıkıntılar kötü insanlara ne de şekerlemeler iyi insanlara gelir diye bir kaide yok.
Yeryüzünün en şerefli, en güzel, en temiz ve en masum insanı Peygamberimizdir (s.a.v.) ve Peygamberimizin ömrü dünyada yaşanmış en ideal hayattır. Cenab-ı Hakk’ın en büyük ve güzel ikramları da dünyada O’na (s.a.v.) olmuştur. Ahirette ise yine O’na (s.a.v.) olacaktır. Bütün bu ikramlara rağmen O’nun (s.a.v.) yani Allah’ın en sevgili kulunun hayatı sıkıntılarla örülmüş gibidir.
Daha dünyaya gözlerini açmadan babasını kaybeder, doğduktan kısa bir süre sonra da annesini. Hem yetim hem öksüz kalır küçücük yaşında.
Kendisini sınırsız bir sevgiyle seven dedesini kaybeder henüz sekiz yaşındayken.
Amcasına çok ihtiyacı olduğu bir dönemde önce amcası ayrılır dünyadan, ardından da daha dünyadayken Cennetle müjdelenen vefakâr, sadık, cömert ve güzeller güzeli eşi Hz. Hatice’yi uğurlar ahirete. Senetü’l-Hüzn diyor bu yıla. Hüzün senesi, dert senesi, Peygamberin gözyaşlarının durmadığı sene.
Göz bebeği, göz nuru, Ümmü Ebiha, beyaz, parlak, aydınlık yüzlü, iffet ve namus timsali, Cennet kadınlarının hanımefendisi, İnci Çiçeği Zehra Betül Fatıma’sı hariç, diğer tüm çocuklarını tek tek toprağa kendi elleriyle veriyor, ahirete uğurlamak için toprağa emanet ediyor.
Savaşıyor, yaralanıyor. Her an ölüm tehlikesiyle burun buruna yaşıyor. Uhut’ta dişi kırılıyor, yanağından kan süzülüyor. Açlıktan karnına taş bağlıyor Hendek’te. Arkadaşlarını kaybediyor birer birer. Kur’an hafızı yetmiş sahabesini bir anda kaybediyor haince kurulan bir pusuda.
Amcasının, can arkadaşının, yoldaşının, koruyucusunun, aslan yürekli Hamza’sının ciğerleri sökülüyor Uhut da. Uhut ağlıyor, Efendimiz (s.a.v.) ağlıyor.
Uhut’la bitmiyor sıkıntılar. Mecnun diyorlar Kâinatın Sultanı’na (s.a.v.). Başına işkembeler atılıyor, yoluna dikenler dökülüyor. Doğup büyüdüğü şehirden çıkarılıyor. Gözbebeği Ayşe’sine olmadık iftiralar atılıyor.
Kisralar, İmparatorlar saraylarda yaşarken, O (s.a.v) sırtında ve yüzünde iz bırakan kuru hasır üzerinde uyuyor.
Bak ne diyeceğim Hoca? En büyük musibetlerin isabet ettiği bu yıllarda, insanlık tarihinde kimseye nasip olmamış ve bundan sonra da olmayacak olan en büyük nimet de, iltifat da, güzellik de Peygambere (s.a.v.) nasip oluyor. Rabb’le, Yüceler Yücesi Yaratıcıyla birebir görüşüyor. Diğer adıyla “Miraç” gerçekleşiyor.
Kederle kemâlât arasında bir ilişki olmasaydı eğer, hiç Miraç Hüzün Senesi’ne denk gelir miydi?
Fırtınalar içerisinde bir hayat!
O halde kâinatın bu en güzel insanının hayatından alınacak en önemli ders;
“Kıymetli bir hayatın tahavvüllerle, fırtınalarla, değişim ve dönüşümlerle geçeceğidir.”
Eee Hoca! Sen de diyorsun ki, “Ben şimdi orta yaşı geçeli çok oldu. Emekli de olacağım. Şimdi ne yapacağım?”
Deme! Öyle söyleme! Sende bir şey olmadığını ben biliyorum da, neyse! Sen yine de gittiğin yoldan, yaşadığın hayattan şikâyetçi olma. Karınca örneği ne de güzeldir İmam Gazali’nin:
“Karınca kâğıt üzerindeki yazıları görünce, bunları kalem yazıyor zanneder, başını kaldırıp yukarıdaki parmakları, eli ve bunları harekete geçiren iradeyi ve kudreti yaratanı görmez. İnsanların da çoğu, olaylarda en yakın ve en aşağı sebebi görür ve ötesini düşünmez.”
Evet Hoca!
Yeni bir hayata başlıyorsun. Bakalım ne gibi güzellikler ya da ne gibi sıkıntılar seni bekliyor? Sen kalbini dinle! Yum gözlerini, kâinatı dinle!
Bu önemli bir dersti unutma, hiç kimsenin başına yaratılışı gereği kaldıramayacağı bir iş gelmez. Emekliliği de, yaşlılığı da kaldırırsın sen, sakın aklından çıkarma.
Vesselam!..
02 Şubat 2025
Dr. Mahmut AÇIK