Trump ’ın “Gazze’yi boşaltıp Filistinlileri Ürdün ve Mısır’a göndereceğiz” şeklindeki açıklama zihniyetin bir yansımasıdır.

Dünya, her dönem farklı güç mücadelelerine sahne olmuştur. Ancak bugün geldiğimiz noktada, siyasetin dinsel fanatizmle iç içe geçtiği, bir liderin neredeyse kutsal bir figür haline getirildiği tehlikeli bir süreçle karşı karşıyayız. Amerika’da Donald Trump’ın bazı evangelist gruplar tarafından adeta bir Mesih gibi sunulması, tarihin en karanlık çağlarını hatırlatan bir anlayışı gün yüzüne çıkarıyor.

Trump, 2016'daki başkanlık kampanyasında kendisine dini danışmanlık yapan televizyon vaizi Paula White’ı Beyaz Saray bünyesinde kuracağı *"İnanç Ofisi"'nin başına getireceğini açıklamıştı. White, Trump’a olan bağlılığını sık sık dile getirerek, "Başkan Trump’a hayır demek, Tanrı’ya hayır demektir" gibi ifadeler kullanmış ve onu kutsal bir figür gibi göstermeye çalışmıştır. Hatta White, Trump’ın doğrudan Tanrı’dan vahiy aldığını ima eden söylemlerde bulunarak, onun siyasi kararlarını ilahi bir misyon olarak sunmuştur.

Bu yaklaşım, Orta Çağ Avrupası’nda kralların kiliseler aracılığıyla otoritelerini kutsallaştırdığı dönemi hatırlatıyor. O dönemde din adamları, hükümdarları Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi olarak ilan edip halkı itaate zorladıysa, bugün de benzer bir sistem Trump’ın etrafında şekillenmiş durumda. Beyaz Saray’da inanç danışmanlığı adı altında oluşturulan bu yapılanma, Trump’ın söylemlerine dini bir kutsiyet kazandırma misyonu üstlenmiştir.

Bu dinsel fanatizmin en çarpıcı yansımalarından biri de Trump’ın Gazze ve Filistin konusunda sergilediği sert ve insanlık dışı söylemlerdir. Evangelist akımların Siyonist lobilerle ortak bir zeminde buluştuğu noktada, Filistin halkının yok edilmesi üzerine kurulu bir ideoloji inşa edilmiştir. İsrail’i "Tanrı’nın seçilmiş devleti" olarak gören bu anlayış, Gazze’de işlenen insan hakları ihlallerini ve katliamları kutsal bir vazife olarak sunuyor. Trump’ın “Gazze’yi boşaltıp Filistinlileri Ürdün ve Mısır’a göndereceğiz” şeklindeki açıklamaları, bu zihniyetin bir yansımasıdır.

Ancak dünya, böylesine hukuk ve insan hakları tanımaz bir düzeni daha fazla sürdüremez. Hak ve adalet duygusunu kaybetmiş, kendini her şeyin üstünde gören bu fanatik anlayışın kaçınılmaz şekilde çöküşü yakındır. Tıpkı geçmişte kendi ilahi misyonuna inanan imparatorlukların, zulüm üzerine kurulu düzenlerin yıkıldığı gibi, bugünün çağ dışı hegemonyaları da tarihin çöplüğüne gönderilecektir.

Gazze ve Filistin meselesi, sadece bir toprak meselesi değil; insanlık onurunun, vicdanın ve adaletin sınandığı bir meydandır. Bu meydanda adaletsizliği savunanlar, hakikatin ve tarihin karşısında kaçınılmaz olarak kaybetmeye mahkûmdur.

11 Şubat 2025

Şeyda Gökten