Bir ev… Dört duvar arasında bir anne, çocuğunun üzerini örtmüş, sabaha dair umutlarını mırıldanarak uykuya dalmıştı.
Geceydi... İnsanlığın en savunmasız olduğu o vakitlerde, yerin derinliklerinden gelen bir öfke dalgası, bütün bir ülkeyi titretti. O an, yıldızlar bile saklanmış gibiydi; gece, karanlığın ötesinde bir dehşeti örtmeye çalışıyordu. Ancak hiçbir karanlık, o yıkımın büyüklüğünü saklayamazdı.
Bir ev… Dört duvar arasında bir anne, çocuğunun üzerini örtmüş, sabaha dair umutlarını mırıldanarak uykuya dalmıştı. Sarsıntıyla uyanan o kadın, bir anda dünyanın ayaklarının altından çekildiğini hissetti. Yatak odasının tavanı çatırtılarla çöküyor, bir rüyanın içine hapsolmuş gibi hissediyordu. Çocuğunu kucakladı ve “Beni bırak, önce yavrumu kurtar!” diye haykırdı. Beton yığınları arasında yankılanan bu söz, insanlık tarihine bir feryat olarak kazındı.
Bir baba, enkazın başında elleriyle kazıyor. Ellerinden kan damlıyor, tırnakları taşların arasında kaybolmuş. Yanındaki kurtarma ekibine dönüyor, gözyaşlarını saklamaya çalışarak: “Oğlum orada… Bana bir kazma verin!” diyor. Etrafta toplanan insanlar, sessizlik içinde dua ediyor. Hiçbir kelime, bir babanın o çaresiz çırpınışlarını tarif edemez.
Bir başka köşede, küçücük bir çocuğun sesi duyuluyor: “Anne, korkuyorum. Beni bul!” Gece, bir yorgan gibi bu çığlıkları sarıyor; ama her çığlık, insanlığın kalbine bir hançer gibi saplanıyor. Göz gözü görmeyen bu yıkımda, her taşın altında bir hikaye, her hikayede bir umut arayışı saklıydı.
Sabah olduğunda… Güneş, bütün utancıyla enkazın üzerine doğdu. Gökyüzü mavi, ama yerin rengi griydi. İnsanlar toprakta değil, umutlarının enkazında yürüyordu. Bir anne enkazdan çıkarıldığında, gözyaşları sessiz bir minnetle süzüldü yanaklarından. “Kızım nerede?” diye sordu. Hiçbir cevap yeterince güçlü değildi, ama umut hâlâ vardı.
Bir kurtarma ekibinin elleri arasında minik bir beden… Bembeyaz battaniyeye sarılmış bir bebek, hayata tutunmuştu. O anda, enkazın sessizliği bir alkışla yankılandı. Bir anne, bir baba, bir şehir… Hepsi, o küçücük bedende hayata yeniden doğmuştu.
Ancak unutulmamalıdır ki acılar yalnızca bir gün değil, nesiller boyu yankılanır. İnsanlığın vicdanı, bu enkazdan çıkarılacak en büyük ders olmalıdır. Belki de bu gece, yalnızca binalar yıkılmadı; insanlık, kendi umudunu yeniden inşa etmek zorunda kaldı.
Şimdi bize düşen nedir?
Bize düşen, unutmak değildir. Unutmak, bir vebaldir. Bu topraklar, yalnızca hatırlanmayı değil, yeniden inşa edilmeyi bekliyor. Acının üzerini örtemeyiz, çünkü o çığlıklar hâlâ yüreklerimizi deliyor. Biz, yalnızca o enkazdan çıkanlara değil; çıkamayanlara da borçluyuz.
Ey insanlık! Sessiz kalma. Çünkü her çığlık, bir gün bizi bulur. Her enkaz, bir gün hepimizin üzerinde çöker. Ve o gün geldiğinde, vicdanlarımızın altında ezilmek istemiyorsak, bugün harekete geçmeliyiz.
O gece korkunç felâkete uyandık.
Bize ait olmayan bir hayatın her an yerle bir olma gerçeği ile yüzleştik.
Saniyeler içinde yanımızda kim varsa helalleştik.
Bu gecenin sabahını bir ömür boyu unutamayız..#6Şubat
Depremde yitirdiğimiz canlarımızı rahmetle anıyoruz.
Unutma! Bir milletin yaşadığı acıyı paylaşmak, insanlık borcudur. Ve bu borç, hiçbir zaman son bulmaz.
Şeyda GÖKTEN
Gazeteci-Yazar
06/02/2025