Bugün hâlâ yazıyorum. Çünkü biliyorum ki sustuğunuzda yalnızca hakikate değil, kendi vicdanınıza da ihanet edersiniz. Kalem, sustuğunda değil, konuştukça kıymet bulur
Bazen bir yolculuk, insanı hiç hesap etmediği menzillerin kapısını aralar.
Bir gün gelir, üzerinize serilmiş sessizlik örtüsünü yırtıp atmak istersiniz. Çünkü susmak, yalnızca sessizlik değildir; bazen bir boyun eğiş, bazen bir kayboluştur. Ama öyle zamanlar olur ki susmak, zulme göz yummakla eşdeğer hale gelir. İşte böyle bir dönemde kalemle yolum kesişti.
Hep sorarlar: “Şeyda, bu köşe yazarlığı nereden çıktı? Yazarlık serüvenin nasıl başladı? Seni etkileyen şeyler nelerdi? Cesaretin kaynağı nedir?” Gülümsüyorum. Çünkü bu sorulara çoğu zaman klişe bir cevap veriyorum: “Edebiyatı seviyorum, kelimeleri seviyorum, yazmak bana terapi gibi geliyor.” Bunlar bir parça doğru, ama işin derinliğine indiğinizde asıl cevap çok daha başka. Gerçek şu ki: Siz sustuğunuz için benim sesim çıktı.
Herkesin sustuğu, kimsenin konuşmaya cesaret edemediği bir zamandan bahsediyorum. O günlerde kelimelerin omzunda yük vardı. Hakikati dile getirmek, yeri geldiğinde bedel ödemeyi göze almak demekti. Bugün herkesin konuştuğu bir dönemdeyiz, fakat o zamanlarda hakikatleri dile getirmek kolay değildi. İşte bu yüzden Sezai Karakoç’un, Necip Fazıl’ın, İsmet Özel’in, Sultan Abdülhamid Han’ın isimleri benim için çok kıymetlidir. Çünkü onlar, fırtınalar koparken hakikati savunmanın adıdır. Onlar, suskunluğu yaran cesaretin sembolüdür.
Sanılır ki yazmak, yalnızca bir hobi, bir avuntu. Oysa yazmak, karanlık bir odada mum yakmaktır. Kalemin ucunda cesaret vardır; çünkü yazmak, sessizlik duvarını aşmaktır. İnsanlar sustukça, doğruları söyleyenlerin sesi daha çok yankılanır. Kalemi elime alışım da tam olarak böyle başladı. Korkunun egemen olduğu bir dönemde, suskunluğa teslim olmamak için kelimelere sığındım.
Bugün, “Şeyda, cesaretin nereden geliyor? Yazılarında bu hakikat arayışını nasıl devam ettirebiliyorsun?” diye soranlara tüm içtenliğimle şunu söyleyebilirim: Herkesin sustuğu o dönemde, ben yazmak zorundaydım. Çünkü hakikati savunmak için ses çıkarmak gerekiyordu. Siz suskun kaldığınız için, benim sesim daha gür çıktı. Gözlerinizi kapattığınız için, benim kelimelerim açık oldu. Görmezden geldiğiniz için, ben yazmaya başladım.
Şimdi dönüp baktığımda, konuşmanın kolay olduğu dönemlerde yazmak çok da anlamlı değilmiş gibi geliyor. Oysa kelimelerin bedel taşıdığı bir dönemde yazmak, hakikati savunmanın en güçlü yoludur. Yazmak, sadece cümleler kurmaktan ibaret değil; zulmün karşısında dimdik durmak, hakkın yanında saf tutmaktır. İşte bu yüzden, kalemim benim için yalnızca bir yazı aracı değil; bir davanın sesi, bir hakikatin yankısıdır.
Bugün hâlâ yazıyorum. Çünkü biliyorum ki sustuğunuzda yalnızca hakikate değil, kendi vicdanınıza da ihanet edersiniz. Kalem, sustuğunda değil, konuştukça kıymet bulur. Ve benim kalemim, yalnızca bir yazı değil; bir ses, bir nefes, bir dava. Kalemim, davamdır.
Biliyorum ki, yazmak, hakikatin kaleme dökülmüş hâlidir; dava ise o hakikatin ete kemiğe bürünmesidir.
Öyleyse, "Hakikatin peşinden giden kalem, bir davanın en sadık yolcusudur."
Yolunuzu kaybetmemeniz temennisiyle..
Kalın Sağlıcakla..
19 Ocak 2025
Şeyda Gökten