“Ne oluyor bu din adamlarına ki yeryüzünün en güvenilir insanları olmaları gerekirken tam tersi bir şekilde erkek/kız çocuklarına taciz ve tecavüz girişiminde bulunuyorlar?”

Biliyorum, azcık aklı başında olanlar, azcık düşünenler ve bakmasını, görmesini hala unutmamış olanlar “Ne oluyoruz?” diye düşünmeye ve sormaya başladılar.

Evet;

“Ne oluyoruz?

“Nereye gidiyoruz?”

“Bize ne oldu?”

“Nasıl bu hale geldik?”

“İnsanlığımızı nasıl yitirdik?”

“Niçin bu kadar duyarsız hale geldik?”

“Sahi, bir zamanların parmakla gösterilen ahlak abidesi, karıncayı ezmeyen, sokak hayvanları için vakıflar kuran, göçmen kuşların kanadı kırılanları için hastanenler açan (Gurabahane-i Laklakan), konu komşusuna gizliden gizliye iyilikler yapan, komşusu açken tok yatmayan bu topluma ne oldu?”

“Sekiz yaşındaki güzeller güzeli bir çocuğun ölümüne sebep olan sapık veya sapkın ilişki neyin nesidir?

“Nasıl kıydınız o ve onun gibi yüzlerce çocuğa, yüzlerce gence?”

“Sağdan toplasan yirmi, soldan toplasan otuz hanenin yaşadığı bir yerde Sodom ve Gomore’den daha sapkın ilişkinin yaşanmasını, konuşulmasını nasıl açıklarsınız?”

“İki yaşındaki bir çocuğa tecavüz edecek kadar insanlığını yitiren bir genci nasıl yetiştirdik?”

“Ne oluyor bu din adamlarına ki yeryüzünün en güvenilir insanları olmaları gerekirken tam tersi bir şekilde erkek/kız çocuklarına taciz ve tecavüz girişiminde bulunuyorlar?”

“Hani, bir zamanlar bu din adamları toplumun en güvenilir insanları değil miydi?”

“Bir genç çocuk ne ile beslendi, nasıl bir eğitim aldı, nelerle zihni dolduruldu ki gencecik iki tane kızın kafasını kesip vücudunu parçalara ayıracak kadar vahşileşebildi?”

“Bütün bunlara sebep olan sadece kullandığı madde midir?”

“Eğer öyleyse neden bu kadar arttı ve kontrolü neden yapılmıyor bu madde kullanımının?”

“Bir toplum hızla çökerken, uçuruma doğru son sürat yuvarlanırken o toplumun aydınları, okumuşları, devlet erkanı neden kafasını kuma gömer ve sesini çıkarmaz?”

“Neden, basılı, görsel, işitsel ve sosyal medyası bas bas bağırmaz; uyanın, toparlanın ve kendinize gelin! diye?”

İnanın çok merak ediyorum.

Bize ne oldu da bu hale geldik?

Büyüklerde büyüklüğün alameti tevazudur,

Küçüklerde küçüklüğün alameti ise gururdur, kibirdir, enaniyettir.

Büyük toplumları, büyük insanlar oluşturur.

“Bizim toplumumuzu oluşturan insanlar büyük değil miydi?”

“Peki kimdir o zaman bu büyük insanlar, ne gibi özelliklere sahiptirler?”

Öncelikle hubb-u cah; yani makam, mevki, şan şöhret sahibi olma arzu ve hevesi bulunmayan insanlardı bunlar.

Büyük insan olmanın ikinci özelliği kuldan değil kulu yaratandan korkmaktı.

Büyük insanlar aç gözlü de değildi ve ırkçılık yapmazlardı.

Benlik (enaniyet) sahibi olmak büyük olmanın önündeki en önemli engellerden biridir.

Büyüklüğün bir diğer alameti de tenperver (rahat düşkünü) olmamaktır.

...

Bir toplumun fertleri büyük insanlardan oluşuyorsa o toplumun kendisi de büyük bir toplumdur.

Bir toplumun fertleri yukarıda saydığımız vasıflardan tek tek vazgeçiyorsa, o toplumun hem fertleri hem de toplumun kendisi her geçen gün küçülüyor demektir.

Bu küçülme sıradan toplumların yaşadığı küçülme gibi olmaz, olamaz!

Büyük toplumların ayağı bir kez kaymaya görsün, Allah muhafaza tepe taklak yuvarlanırlar.

Küçük toplumların iniş çıkışları da küçüktür.

Ne kendileri ne de dünya hisseder onların iniş çıkışlarını.

Ama büyük toplumlar öyle mi, bir kez yuvarlanmaya başladı mı dünyanın en yüksek dağından düşen çığ gibi hem gürültüsü hem de enkazı çok olur.

Büyük toplumların çökme emareleri sinsidir, içten içe bitirir o toplumu.

Bu çöküşün en büyük emaresi, düşmanına karşı olanca hoşgörü sahibiyken,

Evrensel barışın temsilcisiyim diye bağırıp dururken kendinden olana karşı zalimlikte üstüne yoktur.

Ötekileştirir, uzaklaştırır ve adeta manevi linç eder kendinden ve kendi içinden olanı.

Adalet, sadece güçlüye, yakın akrabaya ve eşe dosta vardır.

Ahlak mı, onu hak getire!

Onun çoktan ırzına geçilmiştir.

Artık mahalle yanarken saçını taramaktan başka düşüncesi yoktur ahlakın.

Bir kere kaymasın yeter ki o toplumun ayağı,

Ne akıl kalır bu toplumda ne izan.

Dostlar düşman, düşmanlar dost ilan edilmiştir. 

Toplum iyice kör olmuştur.

Sadece ve sadece kendilerine söylenene inanıp, gözüyle gördükleri yanlışları bile doğru kabul edip, doğruları yanlış bilmektedirler.

“Onlar sağır, dilsiz ve kördürler. Bundan ötürü akıllarını kullanıp gerçeği anlayamazlar.” (Bakara, 171)

Eğriyle doğru yer değiştirmiştir bu toplumda.

Akıl tutulması, basiret körlüğü, toplumu samimilikten sahteliğe, kendine güvenden kendinden şüpheye, doğruluktan yalana, dosdoğru yürümekten şaşkınlığa itmiştir.

Zalimle mazlum yer değiştirmiş, suç ve suçlu baş tacı edilirken, masum ve mazlumlar ezilmiş, hor görülmüş ve yıpratılmıştır.

Köpekleri olabildiğince serbest bırakılırken, taşları/değnekleri sımsıkı bağlanmıştır o toplumun.

Umudun ve heyecanın kaybolmaya yüz tuttuğu anlar yaşanırken, o toplumun içinde tek tük de olsa hâlâ aklı, izanı, irfanı, ahlakı bir nebze kalan büyük insanlar dua dua tüllendirmektedir gecelerini.

Toplum çoğunluğuyla şaşırınca, akıl ve izanını kaybedince, sığınılacak tek liman kalmıştır. Her zaman var olan ve her an girişi serbest olan o büyük ve koruyucu liman.

Rabb’in limanı!

Hani der ya Rab, Yüce Kitabında; “Kim zerre miktar hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktar şer işlemişse onu görür.”

Bir zamanların büyük insanlarından oluşan ama bu günlerde küçüldükçe küçülmeyi tercih eden büyük toplumların şimdilerde unuttuğu gerçek işte budur.

Ayağı kayan bu toplum, aklını başına alıp bu düşüşe dur demezse önü uçurumdur.

Toplum sapar, Adem’i (a.s), İdris’i (a.s), Nuh’u (a.s), Hud’u (a.s), Salih’i (a.s), İbrahim’i (a.s), Lut’u (a.s), İsmail’i (a.s), İshak’ı (a.s), Yakub’u (a.s), Yusuf’u (a.s), Eyyub’u (a.s), Şuayb’i (a.s), Musa’yı (a.s), Harun’u (a.s), Zülkif’i (a.s), Davud’u (a.s), Süleyman’ı (a.s), İlyas’ı (a.s), Elyasa’yı (a.s), Yunus’u (a.s), Zekeriya’yı (a.s), Yahya’yı (a.s), İsa’yı (a.s) ve Sultanlar Sultanı Efendimiz’i (s.a.v) okumaz, öğrenmez, örnek almazsa, onların akıllarını akıl, ahlaklarını ahlak, tavır ve davranışlarını tavır ve davranış olarak görmezse ve benimsemezse, “sadece ben varım ve benim menfaatim var, ben önemliyim ve benim menfaatim önemli” derse, kendi sapkınlıklarını görmez ve bencilce yaşamaya devam ederlerse, türlü toplumsal hastalıklar, kabuslar ve hayaletler, sapkınlıklar, tacizler, tecavüzler, katliam gibi cinayetler, hırsızlıklar, hainlikler başlarına üşüşecektir. Zira tarih tekerrürden ibarettir.

Bir toplum azar ve insanlıktan çıkıp, insan dışı varlıklar gibi sadece madde için yaşamaya devam ederse, masumları ezer, güçsüzlerin elinden hakkını ve ekmeğini alır, kadınları aşağılar, fakiri hor görür, çocuğu yok sayar, ana-babayı sadece kendisini dünyaya getiren birer varlık olarak görürse, iftiralara başlarsa, Hak dostlarını ezer, güç sahiplerini putlaştırırsa, o toplum dünyanın bütün insanları ve toplumlarınca hor görülür, küçümsenir.

Bir toplum adaletten sapar, Hak’tan, haklıdan yana değil de güçten ve güçlüden yana olursa Allah muhafaza işte o zaman;

“Yer küre kendine has sarsıntısıyla sallandığı,

Toprak ağırlıklarını dışarı çıkardığı,

Ve insan “Ne oluyor buna!” dediği vakit,

İşte o gün (yer) haberlerini anlatır,

Rabbinin ona bildirmesiyle.

O gün insanlar amellerini görmeleri (karşılığını almaları) için darmadağınık geri dönüp gelirler.

Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür.

Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür.” (Zilzâl Suresi)

İşte o gün kendisini büyük gören ve büyük insanlardan oluşan bu toplum tepe taklak yuvarlanır.

Kurtulmak için hala bir yol var.

Haydi şu körlük, cehalet, kin, kibir, gurur, bencillik, nemelazımcılık, maddecilik, düşmanlık ve ahlaksızlık perdelerini yırtıp atalım.

Biz önce insan olduğumuzu hatırlayalım.

İnsana yakışır düşünmeye ve davranmaya başlayalım.

Yeniden ve yeniden insan olalım!

Vesselam!..

09 Ekim 2024

Dr. Mahmut AÇIK