Ne kadar da çok problemi olan insan var değil mi? Herkesin kendince bir derdi, herkesin kendince bir sıkıntısı var.

(Beyler üşenmeyin, mutlaka okumalısınız bu yazıyı)

Etrafınıza şöyle bir bakmanızı isteyeceğim bu sefer.

Evet evet şöyle dikkatli bir gözlemci gibi bakın etrafınıza!

Ne kadar da çok problemi olan insan var değil mi?

Herkesin kendince bir derdi, herkesin kendince bir sıkıntısı var.

Bilim ve teknoloji çağına girdikçe, hayatımızın daha da kolaylaşacağını düşünürken, üzerimize aldığımız yüklerden midir yoksa daha hızlı ve acele yaşama kaygısından mıdır nedir, her geçen gün stres ve depresyona girenlerin sayısı artıyor.

Manik depresifler mi ararsınız,

Majör depresif mi?

Bipolar mı size daha yakın yoksa panik bozukluk mu?

Arzu ederseniz yarım kilo da obsesif kompulsif vereyim be ablam.

Yok kompulsif istemeyim ben, geceleri ağrı yapıyor!

O zaman sadece obsesif vereyim, günde kırk bir kere kullanacaksınız.

Aç karnına ya da tok karnına fark etmez. Ne zaman canınız çekerse o zaman kullanın!

Yeni geldi bunlar taze taze!..

Pardon pardon biraz abarttım değil mi?

Evet maalesef bu geçim ya da geçimsizlik, ahlak ya da ahlaksızlık, değer ya da değersizlik, hedef ya da hedefsizlik sıkıntıları elbette ki beni etkilediği gibi toplumun en önemli kurumu olan aileyi de etkiledi, etkiliyor ve etkilemeye de devam edecek.

İnsanlar bu dertlerden yoruldular.

İnsanlar artık hayatlarında problem istemiyorlar.

Geçim derdi, tartışma, hır gür istemiyorlar.

Daha huzurlu yaşamayı herkes arzu ediyor.

Bunun için de birilerinden yardım almak istiyorlar.

Yol gösterilsin, akıl verilsin diliyorlar.

Ancak etrafınıza şöyle bir baktığınızda sizi doğru yönlendirecek psikologların sayısının çok az olduğunu görüyorsunuz.

Var olan bazı danışmanların bir kısmının da ciddi derecede yönlendirilmeye ve nasihate veya terapiye ihtiyaçları olduğunu görmek arada bir de olsa sizi umutsuzluğa sevk ediyor.

Bu durumda bazen kendi kendinizin psikoloğu olmayı deniyorsunuz.

Psikolojik sağlamlığınızı artırmanız, yükseltmeniz gerektiğini anlıyorsunuz.

Zaten uzmanlar da özellikle aile içi ilişkilerin düzene girmesinde, eşlerin birbirlerinin psikoloğu olmalarının öneminden bahsediyorlar.

Birbirlerinin ruh dünyalarına girip, hoşlandıkları ya da hoşlanmadıkları yanlarını keşfeden eşler, eğer bu istikamette yol almayı başarabilirlerse, aile hayatlarını cennete çevirirler ki bir ferdin aile hayatı düzenli ise dış dünyayla kurduğu ilişkiler de o denli düzenli ve başarılı olur.

Bir evde erkek psikolojisi sağlam olursa işler daha da kolaylaşır.

Kadın psikolojisi sağlam olursa tadından yenmez. “Bal dök yala!” derler ya öyle işte!

Kadın psikolojisi önemlidir!

Dikkate almak lazım!

Ben de biraz muziplik yapıp bugün sizinle “Evli kadın psikolojisi/anayasası”nı inceleyelim istedim. Dr. Ahmet Yaman’ın benzer bir yazısından da faydalandım.

En azından, dikkat çektiğimiz birkaç maddenin işe yaraması durumunda, mutluluk yolunuza katkıda bulunmuş oluruz.

Ne dersiniz?

Her ülkenin bir anayasası olduğu gibi, her insanın özellikle de kadınların da bir anayasası vardır.

Kadın psikolojisinin anayasası hazırlanırken kullanılan mürekkep; ilgi, sevgi, tebrik, teşekkür ve iltifat sözcüklerinin karışımı kullanılarak yapılmıştır.

Aman dikkat, unutulmaması gereken birinci madde budur!

Hemen hemen evli her kadın, kendisinden ne beklendiğini soran kocasına, beklentilerini;

“Daha fazla iltifat, daha fazla ilgi ve daha fazla sevgi.” şeklinde ifade eder.

İsterseniz akşam eve gidince unutmayın ve sorun!

Yüce Yaratıcı bu dünyayı imtihan için yarattığını söyler.

Ve öyledir de!

Aksini hiç kimse söyleyemez.

Ve bu imtihanı başarıyla geçenlere de ödül vaat etmiştir.

Bu ödülün verildiği yerde, sütten ve baldan ırmaklar akan ve sonsuz güzelliklerin sunulduğu bir cennet kavramı vardır.

Orası ne güzel bir yerdir.

Ve oraya varmak herkesin dileğidir.

Evli kadının anayasasının değişmez maddelerinden biri de kıskançlıktır.

Hem de değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen ilk birkaç maddenin içindedir o!

Ve zekâsının büyük bir bölümünü kıskançlık senaryoları kurmakta kullanırlar.

“Nerden mi biliyorsun?” diye soranlara tavsiyem;

İsterseniz evde otururken bir akşam Cennetten ve hurilerden bahsedin.

İkisi de vardır, gerçektir ve haktır!

Lakin ikisi de bu dünyada yoktur!

Diğer tarafta vardır!

Hem de herkesin gitmeyi arzuladığı yerdir orası!

Sorun eşlerinize, hemen hepsi Cennete “Tamam!” diyecektir ama hurilere hep bir açıklama isteyecektir.

Verdiğim seminerlerde, kocalara (beylere) hep, eşlerini dinlemelerinin önemini söylemişimdir.

Dinlemek gerçekten çok büyük bir sanattır.

Yanlış anlamayın beyler!

Eşlerinizle uzun uzun konuşun demiyorum size.

Zaten uzun uzun konuşmanız imkânsızdır.

Sadece dikkatli dinleme becerinizi geliştirin.

Neden mi?

Çünkü genel kaide şudur; “Erkekler tartışma, kadınlar sohbet yoluyla kavga çıkarırlar.”

Evli kadınla çok uzun konuşmamalı, daldan dala konulara girilmemelidir.

Mecburen yapılan dinlemelerde onun deşarj olmasına fırsat verilmeli ama her dediğini anlamaya çalışmamalısınız.

Ne demişler, “Kadınları sadece okuyun, anlamaya çalışmayın; çünkü evli bir kadın anlaşılması en zor kitaptır!”

Hassasiyet çok önemlidir.

Nezaket, nezahet, zarafet ve letafet…

Beyler üzerinde durmanız gereken en önemli nokta budur.

Özellikle de eşiniz anne olduktan sonra.

Babanın yüreğinin sızladığı yerde annelerin yüreği parçalanır.

Bir kadın anne olduktan sonra maddi ve manevi hassasiyeti nereden baksanız on katına yükselir.

Bir de şu söze dikkat etmek gerekir, “Cennet babaların değil, annelerin ayakları altındadır!..”

Karadeniz’e gittiniz mi hiç?

Özellikle de Doğu Karadeniz’e.

Ben gittim;

Rize’nin Pazar ilçesinde kaldım bir sene kadar.

Doğu Karadeniz’in özelliklerinden biri de şudur;

Pek çok özelliği ve güzelliği vardır ama ben konumuzla ilgili olanına değinmek istiyorum.

Orada bir günde dört mevsimi birden yaşadığınız anlar olur.

Sabah sonbahar havasıyla, elinize şemsiyenizi alır çıkarsınız, ama öğlen baharı ve yazı, akşama da kışı yaşar eve öyle dönersiniz.

Orada yaşamak gerçekten hem zevkli hem renklidir hem de beceri işidir.

İşte, buradan yola çıkarak şunu da söylememe müsaade edin;

Bir kadın evlendikten sonra Doğu Karadeniz gibi olur.

Evlendikten sonra, beyine bir günde dört mevsimi birden yaşatabilme özelliğini kazanır.

Hani ne demişler, “Yiğidi öldür hakkını yeme!”

Evli kadınların bu müthiş yeteneğine hayran olamamak elde değildir.

“Erkeğe düşen ne hocam burada ne yapacağız biz şimdi?” diye heyecanla bir açıklama beklediğinizi biliyorum beyler;

Size düşen de büyük bir sabır ve sükûnetle, dört mevsimi de ilkbahar havasına bürüyüp mutlu olmaktır.

“Evli kadın, her zaman gözlerini dört açar, âma (kör) rolü yaparak evliliği yürütmek erkeğin görevidir!..”

Unutmayın, en ideal evlilik kör bir kocayla, sağır bir kadının evliliğidir.

Ve en önemli maddeye geldi sıra.

Evli bir kadın evlendikten sonra, en fazla üç yıl içerisinde kocasına; “Seninle de olmuyor, sensiz de olmuyor!” itirafında bulundurmayı mutlaka başarır.”

Etrafınıza tekrar şöyle bir bakmanızı istirham edeceğim.

Mutluluğu yakalayanlar birbirlerinin psikolojisini çözen, birbirlerini tanıyan ama birbirlerini değiştirmeye kalkışmayan çiftlerdir.

Birbirlerine, kişiliklerine, beğenilerine, bireyselliklerine saygı duyan çiftler…

Birbirlerine evlilik hayatında alan açan çiftler,

Birbirlerini geliştiren ve kendisi de her gün gelişen çiftler.

“İki günü birbirine eşit olan ziyandadır, aldanmıştır!” diyen Peygamberi dinleyip sürekli gelişmek lazım.

O zaman hep aynı kişi olarak görmez eşiniz sizi ve sizden sıkılmaz.

Haydi, hiç vakit kaybetmeyin!

Yukarıdaki maddeleri bir kez daha okuyun ve çözüm önerilerini hemen uygulamaya başlayın.

Göreceksiniz hayatınızın her anı nasıl bir ilkbahar havasına dönüşüyor.

Hayırlı baharlar!

Vesselam!..

29 Temmuz 2024

Dr. Mahmut AÇIK